BİZANS UYGARLIĞI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Kurt34
Mesajlar: 29
Kayıt: Pzt Mar 06, 2017 19:00

BİZANS UYGARLIĞI

Mesaj gönderen Kurt34 » Prş Mar 09, 2017 19:43

“Bizans İmparatorluğu”

Bunu “Bizans” Değerlendirme giriş yazısında belirtmek yadırgatıcı ise de, tarihte ne kendisini
“Bizans İmparatorluğu” olarak adlandıran bir devlet vardı, ne de kendisine “Bizanslılar”
diyen bir halk.


Bugün Bizans dediğimiz uygarlık, Roma İmparatorluğu’nun varlığını Doğu
topraklarında Hristiyanlaşarak sürdürmesinden ibarettir.
İlkçağ'ın son yüzyıllarında Atlas Okyanusu'nun kıyılarından Basra Körfezi'ne kadar uzanan
Roma İmparatorluğu, esas olarak Akdeniz çevresinde ulaşabileceği doğal sınırlarına
dayanmış, MS 3. yüzyıldan başlayarak da bu geniş coğrafyada ciddi sorunlarla karşılaşmış ve
zaman içinde imparatorluğun yönetsel, ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi kaçınılmaz
olarak Doğu'ya kaymıştır. Bu eğilim daha Diocletianus döneminde (285-305) başlamışsa da,
ilk gerçekçi adımlar Roma İmparatoru I. Constantinus (Büyük Konstantin) tarafından
atılmıştır. O, bu zorlukları aşmak için öncelikle Doğu'da yeni bir din olarak güçlenen
Hristiyanlığı, 313 yılında, imparatorluğun "eşit" dinlerinden birisi olarak tanıdı. Bu bir
bakıma, yıpranan Roma yönetimi için yeni, güçlü ve dinamik bir dayanak, bir toplumsal
destek bulma çabasının sonucuydu. Çünkü yeni din, özellikle Doğu topraklarında görmezden
gelinemeyecek denli güçlü bir toplumsal tabanı, daha 3. yüzyılda edinmişti ve bu diri güç,
çökmekte olan Roma İmparatorluğu'nu tekrar diriltecek toplumsal dinamiği sağlayabilirdi. Bu
gerçeği gören I. Constantinus, daha 312'de, Ortak İmparator Maxentius'u yenerek saf dışı
bıraktığı Milvian Köprüsü Savaşı’nda, savaştan önce gördüğü bir rüyayı yorumlayarak
askerlerinin kalkanlarına ve labarumun üzerine İsa Mesih'in (Iesus Xristos) baş harflerinin
üst üste getirilmesinden oluşan khristogramı koydurmuş ve zaferini de buna bağlamıştır.
Kendisinin Hristiyan olup olmadığı kuşkuluysa da, imparatorluğun özellikle Doğu
topraklarındaki Hristiyan cemaatler arasında sempati ve destek kazandığı muhakkaktı
Artık imparatorluğun Roma kentinden yönetilmesinin zorlukları da ortadaydı. Başkentin
kendisi güven altında değildi. Milvian Savaşı’ndan sonra imparatorluğa tek başına egemen
olan I. Constantinus, başkenti de kademeli olarak daha güvenli gördüğü Doğu topraklarına
taşıdı. Küçük bir Roma kenti olan Byzantion, yoğun bir imar faaliyetinden sonra 330 yılında
imparatorluğun “ikinci başkenti” olarak kutsandı. Constantinus'un bu yoğun imar çabası,
onun “yeni bir Roma yaratma” vizyonunun bir göstergesidir. Yeni başkent, Roma kenti
model alınarak neredeyse baştan inşa edilmiş; imparatorluk sarayı, büyük kamu hamamları,
geniş meydanlar (forum), revaklı caddeler, zafer takları inşa edilmiş, hipodrom genişletilerek
işlev kazandırılmıştı. Bu yeni merkeze, yeni rolünü perçinlemek amacıyla imparatorluğun
dört bir köşesinden önemli heykeller, mimari parçalar getirilmiş, bunlar kentin yeniden
inşasında önemli semboller olarak kullanılmıştır.

Bu süreç, 395 yılında İmparator I. Thedosius'un ölümüyle Roma İmparatorluğu'nun resmen
Doğu ve Batı diye iki ayrı yönetsel birime ayrılmasıyla devam etmiş, Theodisius'un
oğullarından Arcadius, Doğu Roma'nın, Honorius ise Batı Roma'nın imparatoru olmuştur.
Roma İmparatorluğu bir süre iki başkentli ve iki eş imparatorlu bir devlet olarak yönetildi.
Doğu ve Batı arasındaki sınırı ise, bugünkü Ortodoks dünyanın batı sınırı oluşturmaktaydı.
Aynı yıl Hristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğu'nun “devlet dini” olarak ilan edilmiştir.
İzleyen yüzyıllarda Batı Roma İmparatorluğu kuzeyden gelen kavimler tarafından yıkılmış,
Doğu topraklarındaki Roma İmparatorluğu ise varlığını, başkenti Konstantinopolis olmak
üzere, 1453 yılına kadar yaklaşık 11 yüzyıl sürdürmüştür. Modern tarihçilerin “Bizans” olarak
adlandırdığı uygarlık, işte bu, Doğu'da süren Roma İmparatorluğu'dur.

Ancak bu uygarlık hiçbir zaman kendisini Bizans olarak adlandırmamış, ilk imparatoru I.
Constantinus'tan, son imparatoru XI. Konstantinos Palaiologos'a kadar tüm imparatorlar
“Roma İmparatoru" ünvanını kullanmış, imparatorluğun halkına da Romalılar denmiştir.
Bizans ismi, 19. yüzyılda tarihçiler tarafından bu uygarlığa verilmiş olan bir isimdir. Bizans
imparatorları Roma’nın halefi ve tek varisi olma hakkına imparatorluğun tarihi boyunca hep
sahip çıkmıştır. Bu “evrensel egemenlik” iddiasının sürdürülmesi demektir. Geç Antik Çağ’ın
bütün “uygar” dünyası Akdeniz ve çevresindeki topraklardan oluştuğuna göre, bu toprakları
yöneten Roma, bütün dünyanın da hakimiydi, yani evrensel bir devletti. Onun sınırları dışında
kalanlar ise, ne konuştukları bile anlaşılmayan, Romalılar’ın “Barbar” diye adlandırdıkları
kavimlerden ibaretti. Dolayısıyla Roma İmparatorluğu bütün dünyanın tek bir imparatorluk
altında birleştirilmesinin sembolüydü. Roma İmparatoru da, bütün dünyanın tek
hükümdarıydı. Başka hükümdarların varlığı, ancak Roma İmparatoru’nun bahşettiği ünvanla
mümkün olabilirdi. Tek meşru imparatorluk olabileceği ve bunun da tüm dünyayı yöneteceği,
Roma’nın olduğu gibi, Bizans’ın da siyasal doktrininin temelini oluşturuyordu. Süreç içinde
Hristiyan bir kimliğe bürünen Bizans İmparatorluğu için bu savın anlamına siyasal istemlerin
yanı sıra, dinsel amaçlar da yüklenmişti: Nasıl ki evrene hükmeden tek Tanrı vardı, bu
dünyaya da onun temsilcisi olarak tek hükümdar hükmetmeliydi ve bu da elbette ki Roma
İmparatoru olmalıydı. Tek meşru imparatorluk olan Roma (artık Bizans demeye
başlayabiliriz) evrensel bir devlet olarak tüm Hristiyanları içinde barındırmalıydı; imparator
ise Tanrı’nın bu dünyadaki tek meşru temsilcisi olarak Hristiyanlığın bekçisi ve tüm
Hristiyanların koruyucusu olmalıydı. Tek Tanrı, Tek İmparator, Tek İmparatorluk! Bu
ancak Hristiyan Roma İmparatorluğu, yani Bizans İmparatorluğu ile mümkün olabilirdi. Bu
doktrin bütün bir Geç Antik Çağ ve Ortaçağ boyunca Bizans Devleti’nin temel doktrini
olmasının yanı sıra, Bizanslılar’ın dışında kalan halk ve kavimler tarafından da bir gerçeklik
olarak kabul görmekteydi. Gerek Bizans İmparatorluğu’nun kendi tebaası, gerekse bunun
dışında kalanlar için, Bizans İmparatorluğu hukuki ve ideolojik algılanış biçimiyle
yeryüzünün tek meşru imparatorluğuydu. Öyle ki, bir zamanlar imparatorluk tebaası olan,
ama sonraki yüzyıllarda ayrılarak kendilerini “imparatorluk” ilan eden, hatta Bizans’ın
varlığını tehdit edecek kadar güçlenen bazı uluslar için bile bu algılama değişmiyordu.
Onların hükümdarları, Konstantinopolis’teki Roma İmparatoru’nun kendilerine gönderdiği
hükümdarlık taçları ile meşruiyet kazanmakta, onun verdiği saray ünvanlarını gururla
kullanmaktaydı. Çizmeyi çok aşanlar, 6. yüzyılda Ravenna kenti başta olmak üzere İtalya’nın
bir kısmını ele geçiren Teodorik gibi, kendisini Roma İmparatoru ilan edip bu meşruiyeti
kendisi kullanmaya çalışıyordu. Ama bu prestij, son yüzyılını neredeyse bir ”şehir devleti”
olarak yaşayan Bizans’ın 1453 yılındaki sonuna kadar ona ait oldu. 1453’te ise Bizans
İmparatorluğu’nun başkentini ele geçiren II. Mehmet, bu ünvana sahip çıkarak kendisini
Roma’nın da imparatoru olarak ilan etmiştir. Bizans ile aynı jeopolitiği paylaşan Osmanlı
İmparatorluğu da kendi tebaası olan Bizanslılar’ı, “Rum”, yani Romalı diye adlandırmaya
devam etmiştir.

İşte bugün bizim “Bizans İmparatorluğu” olarak adlandırdığımız siyasi ve kültürel varlık, bu
imparatorluktur. Bu imparatorluk için “Bizans” adını her ne kadar ilk olarak 16. yüzyılda
Hieronymus Wolf (1516-1580) kullanmışsa da, akademik alanda bu adın kullanılması 19.
yüzyıl tarihçileriyle başlamıştır. Neden Bizans isminin seçildiği sorusunun yanıtı ise, ”Yeni
Roma” olarak, Doğu İmparatorluğu’nun yeni başkenti seçilen bugünkü İstanbul kentinin ilk
kuruluşuna uzanmaktadır. MÖ 7. yüzyılda Megara’dan yola çıkan Byzas komutasındaki
Yunan kolonistleri, yola çıkmadan önce danıştıkları Delphi’deki Apollon Tapınağı
kahinlerinin de önerileri ile, kendilerinden önce gelerek buraya yerleşmiş olan
Khalkedon’daki (Kadıköy) “Körler Ülkesi”nin karşısına, yani bugünkü Sarayburnu’na
kentlerini kurmuştur. Khalkedonlular ”kör”dü, çünkü stratejik olarak savunulması çok kolay
olan bu yarımada (bugünkü Sarayburnu) dururken, onlar Khalkedon’a yerleşmişti. Bu küçük
Grek kolonisi, Byzas’ın kenti anlamında “Byzantion” olarak adlandırılmıştır. Nitekim daha
MÖ 3. yüzyılda basılan bazı sikkelerde kentin adı Byzantion olarak okunmaktadır. MS 73
yılında Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılan kent, 330 yılında Konstantinopolis
olana kadar 10 yüzyıl boyunca Byzantion olarak anılmıştır.

Tarihi Coğrafya
Roma'dan Bizans'a gerçekte kesintisiz olan süreç, pratik nedenlerle, ilgili disiplinlerde çalışan
bilim insanları tarafından dilimlere ayrılmıştır. Olgunluğuna ulaşmış bir kültür olarak Bizans
kültürü de gerçekte Roma'nın Geç Antik kültüründen büyük ölçüde farklılaşmış, Ortaçağlı bir
kimliğe bürünmüş Doğu Roma kültürüdür. Ancak Bizans uygarlığının çeşitli alanlarını
inceleyen disiplinlerde çalışan birçok bilim insanı Bizans uygarlığını incelemeye ya
Konstantinopolis'in kuruluşu olan 330 yılından, ya da Doğu ve Batı Roma'nın resmen
ayrıldığı 395 yılından başlamayı, daha geç tarihlere tercih ederler. Bizans'ın başkentinin
“Yeni Roma” olarak kurulan Konstantinopolis kenti olması ve bu başkentin imparatorluğun
son gününe kadar Bizans uygarlığının her alanda en önemli yaratıcı gücü olması gerçeği,
Bizans'ın tarihinin başlangıç noktası olarak bu kentin kuruluş yılı olan 330 yılının alınmasını
desteklemektedir. Bu düşünceyle, MS 330 yılından, 1453 yılına kadar olan yaklaşık 11
yüzyıllık bir tarihsel süreci, Bizans İmparatorluğu olarak ele alıp incelemekteyiz. Bu dönemin
sanatını da genel bir başlık altında “Bizans Sanatı” olarak adlandırmaktayız.
Öte yandan, Bizans olarak adlandırdığımız imparatorluk, çok uzun bir tarihsel dönemi
kapsamasının yanı sıra, çok geniş bir coğrafyaya da yayılmıştı. Sınırlarının en geniş olduğu
İmparator Iustinianus döneminde (6. yüzyıl) imparatorluk, batıda İspanya'dan başlayıp,
İtalya, Yunanistan ve Balkanlar’ın büyük kısmı, Anadolu, Kafkasya'nın bir kısmı, tüm
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kapsamaktaydı. Sonraki yüzyıllarda devamlı toprak
kaybedilmiş, Ortaçağ'da sınırların sık sık değişmesine karşın, imparatorluğun anayurdu
Anadolu ve Yunanistan olmuş, son yüzyıllarda ise imparatorluk toprakları başkent ve dar
çevresi ile sınırlı kalmıştır.

Erken Bizans
330 yılında Roma İmparatoru I. Constantinus’un küçük Byzantion kentini Roma
İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olarak ilan ve imar etmesinden, 395 yılında Theodosius’un
imparatorluğu oğulları arasında ikiye bölmesine kadar olan dönemde Roma İmparatorluğu
“iki başkentli tek imparatorluk”tur: Batıda Roma kenti, doğuda Konstantinopolis.
Akdeniz’in etrafındaki bütün karalar da imparatorluğun topraklarıdır. Ancak, bir bakıma
doğal sınırlarına ulaşmış olan Roma İmparatorluğu’nun bu kadar geniş bir coğrafyayı uzun
süre kontrol edememesi de normaldir ve imparatorluk artık coğrafi olarak erime sürecindedir.
Tarihsel perspektiften bakıldığında, sınırların giderek daralması biçiminde bir eğilim olarak
karşımıza çıkan bu süreç, Geç Antik Çağ’dan Ortaçağ sonlarına kadar sınırların
değişkenliğini de gözler önüne sermektedir. 395 yılında Roma İmparatoru Theodosius,
imparatorluğu oğulları Honorius ve Arcadius arasında ikiye böldüğünde, Doğu’da
5
Arcadius’un başında olduğu kısım, merkezi başkent Konstantinopolis, ana toprak parçası
Anadolu olmak üzere, Doğu’da Pers İmparatorluğu ile sınırlanıyordu ve güneye doğru Suriye
ve Filistin’i de içine alıyordu. Yani imparatorluğun Doğu sınırını esas olarak Pers
İmparatorluğu’nun sınırları belirlemekteydi. İmparatorluk, güney tarafından ise Büyük Sahra
çölü ile sınırlanmakta, Mısır ve Libya’nın kıyı şeridini oluşturan Kuzey Afrika,
imparatorluğun güney topraklarını oluşturmaktaydı. Kuzey sınırı Batı Kafkaslar ve Karadeniz
ile belirlenmişti. Batı sınırını ise bugünkü Ortodoks dünyanın Avrupa ile olan sınırı,
Yunanistan, Bulgaristan, kısmen Romanya ve eski Sırbistan oluşturmaktaydı. Bu,
“Akdeniz’in yarısı” demekti. Akdeniz’in batı yarısı, 476’ya kadar şu ya da bu biçimde
varlığını sürdürebilen Batı Roma İmparatorluğu’nun sınırları içindeydi. Bu tarihte kuzeyden
gelen Germen ve Got saldırıları Batı Roma İmparatorluğu’nu tarihten siler, ve “Roma
İmparatorluğu” olarak Bizans kalır.

Iustinianos Dönemi
Altıncı yüzyılda Büyük Roma’yı tekrar diriltmek için son bir çaba, 527 yılında
Konstantinopolis’te tahta çıkan Iustinianos’tan (527-565) gelir. İmparatorun politikasının
ekseninde Roma İmparatorluğu’nu eski sınırları ile tekrar kurmak vardır ve bu amaçla orduyu
Batı seferine gönderir. Sonuçta, 6. yüzyıl ortalarında imparatorluğun sınırları yeniden, ama
son kez olarak bütün İtalya, Güney İspanya, Kuzey Afrika’nın tamamı, Ortadoğu,
Anadolu’nun ve Balkanlar’ın tamamını kapsar. Iustinianos’un bu “tek evrensel Hristiyan
imparatorluğu” kurma düşüncesi, imparatorluk çapında giriştiği çok kapsamlı imar
faaliyetinde ve bu girişimi taçlandıran Ayasofya’da somutlaşmaktadır. Roma mimari
geleneğinin son anıtsal örneği olan İstanbul Ayasofyası, bütün dünyaya Iustinianos’un
amacını ilan etmektedir: Dünyaya tek imparatorluk, Roma hükmeder; tek Tanrı’ya inanan bu
Hristiyan imparatorluğunun tek imparatoru vardır. Bu imparatorluğun başkenti de dünyanın
siyasal ve dinsel merkezidir. Ancak, Ayasofya bütün görkemiyle günümüze kadar ulaşmışsa
da, Iustinianos’un tek evrensel imparatorluk düşü kısa süre sonra tuzla buz olmuştur.

Erken Ortaçağ
Yedinci yüzyıl başlarında kuzeyden Avarlar’ın Balkanlar’a girmesi, doğudan da Persler’in
ilerleyişi ile sınırlar değişir. Hatta öyle ki, 626 yılında Avarlar Konstantinopolis’e kadar
gelerek kenti kara tarafından kuşatmış, Pers ordusu ise Boğaz’ın karşı kıyısına, Khalkedon’a
(Kadıköy) ulaşmıştır. Ancak kuşatmanın başarısız olması ve İmparator Heraklios’un (610-
641) Persler’i 627 yılında yenmesinin ardından, Bizanslılar Mısır, Suriye ve Filistin’i geri
alarak Doğu’da eski sınırlarına kavuşmuştur. Batıda ise Balkanlar’ın büyük kısmı Avarlar’ın
eline geçmiştir. 7. yüzyılın ikinci yarısı, Bizans İmparatorluğu için, siyasal varlığının sonuna
kadar sürecek bir başka cephenin açılmasına tanık olmaktadır. Arap Yarımadası’nda yeni bir
din olarak doğan İslam dini önemli bir güç haline gelmiş, 636 yılında Filistin’de Yarmuk
Savaşı’nda Heraklios’un ordusunu dağıtarak yeni ve güçlü bir aktör olarak siyasal sahneye
çıkmıştı. Bütün bir Klasik Dünya’nın Doğu’daki tek rakibi olan Pers İmparatorluğu’nu da ele
geçiren İslamiyet, Bizans’ın yeni rakibi olarak ortaya çıktı. Üstelik, Persler’in tersine “fetih”
kavramı, yeni dini yaymak misyonunu benimsemiş İslam güçlerinin ana motivasyonuydu.
Yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde Bizans, doğusunda bütün Kuzey Afrika, Filistin,
Suriye ve Kilikya’ya kadar güneydoğu Anadolu’yu Araplar’a; batıda ise Yunanistan’ın bazı
kısımları ve Trakya’nın doğusu dışındaki bütün topraklarını Avar Hanlığı’na kaptırmış, bu iki
büyük güç arasında sıkışmıştı. 674, 680 ve 717 yıllarında başkent Konstantinopolis’i
denizden kuşatan ancak başarılı olamayan Arap orduları, 7. ve 8. yüzyıllar boyunca Bizans’ın
Akdeniz kıyılarındaki yerleşmelerine de akınlar düzenlemiştir. Bu dönem Anadolu’nun
özellikle Akdeniz kıyıları için güvensiz ve istikrarsız yüzyıllar olmuştur. 8. yüzyıl sonlarına
gelindiğinde Kafkaslar ve tüm Doğu Anadolu da Abbasi Halifeliği’nin eline geçmiş ve
Bizans’a Trabzon–Sivas–Mersin hattının batısı ile Kıbrıs, Doğu Trakya, Ege Adaları ve Doğu
Yunanistan kalmıştır.

devamı gelicek

Kullanıcı avatarı
Treks34
Mesajlar: 542
Kayıt: Pzt Mar 06, 2017 18:21

Re: BİZANS UYGARLIĞI

Mesaj gönderen Treks34 » Cum Nis 14, 2017 01:00

Güzel bir belgesel videosu ile, Asıl adı "Doğu Roma imparatorluğu" olan bu devlet.......

Bizans adı 16. yy’da Alman Hieronimus Wolf’un uydurduğu bir isimdir.





ALLAH KURAN İLE AKLIN YOLUNU AÇAR

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 9 misafir